NFK-FAN

ÜSTAD NECİP FAZIL

1931

TAKVİMDEKİ DENİZ

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin

Ve o kadar bucaksız...

Ta karşımda, yapraksız,

Kullanılmış bir takvim...

Üzerinde bir resim:

Azgın, sonsuz bir deniz;

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta.

Resimdeyse bir nokta:

Yana yatmış bir gemi...

Kaybettiği âlemi

Arıyor deryalarda.

Bu resim rüyalarda

Gibi aklımı çeldi;

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

Yüzüme, o resimden,

Köpükler vurdu sandım;

Duymuş gibi tıkandım,

Ciğerimde bir yosun.

Artık beni kim tutsun?

Denizler oldu tasam.

Yakar, onu bulmazsam,

Beni bu hasret, dedim,

Varırım elbet, dedim,

Bir ömür geze geze

Takvimdeki denize.

Ne var, bana ne oldu,

Odama nasıl doldu,

Birdenbire bu meltem?

Ve dalgalandı perdem,

Havalandı kağıtlar.

Odamda kıyamet var!

Ah yolculuk, yolculuk!

Ne kadar baygın, soluk,

O gün bizde betbeniz;

Ve ne titrek kalbimiz

Ve eşyamız ne küskün!

Yola çıktığımız gün,

Bir sıraya dizilmiş,

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi.

Niçin o anda hepsi,

Bir kuş gibi hafifler,

Arkandan geleyim der?

Niçin o güne kadar,

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir,

Yolumuza serpilir?

Ufak böcekler gibi,

Gezer onların kalbi,

Üstünde döşemenin.

Bir gizli didişmenin

Saati çalar o an;

Birden bakar ki, insan,

Herşey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan;

Ve kalb ağlayaraktan,

Çekilir geri geri,

Terkeder bu mahşeri.

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim,

ben; Nem varsa, evim, anam,

Çocukluğum, hatıram Ve ne sevdalar serde,

Bıraktım gerilerde,

Kaçar gibi yangından.

Rüzgârların ardından,

Baktım da süzgün süzgün.

Kurşun yükünü gönlün,

Tüy gibi hafiflettim,

Denize hicret ettim...

(1931)

 

DAĞLARDA ŞARKI SÖYLE

Al eline bir değnek,

Tırman dağlara, şöyle!

Şehir farksız olsun tek,

Mukavvadan bir köyle.

Uzasan, göğe ersen,

Cücesin şehirde sen;

Bir dev olmak istersen,

Dağlarda şarkı söyle!

(1931)

 

40 DERECE

Dizilirler ayakta,

Anne, baba ve kardeş.

Hayal, uzak, uzakta,

Eder fillerle güreş.

Başından kayar yastık,

Nura döner karanlık;

Sırlar çözülür artık,

Kırka çıkınca ateş...

(1931)

 

SAAT 12

Çın, çın, on iki hece,

Çaldı bir eski saat.

On ikide her gece,

Bana diyor ki, saat:

Dün, bugün, yarın, siz, biz.

Bu yayın içindeyiz;

Onu yüz yıl sayın siz.

Ömür on iki saat...

(1931)

 

RUH

Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek.

Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek,

O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım

Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım!

Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş,

Başım, toprak altında bir mâden gibi pişmiş.

Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim;

Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim.

Dalacağım kendimin hayran hayran seyrine,

Diyeceğim; Bu dönen şeyler eski yerine,

Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman?

Külümün rüyası mı yoksa gördüğüm?.. Aman!

Başımda açılacak fânilerin seması,

Ve onların toprağa gerçek diye teması,

Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak;

Toprağın, koşacağım, üzerinde yalnayak;

Şehrin, dolaşacağım kuş gibi etrafında;

Bir beyaz hayaletin upuzun çarşafında,

Gezeceğim, doğduğum evin odalarını,

Geceleyin, koskoca şehrin lâmbalarını,

Bir keskin üfleyişim söndürmeye yetecek;

Korku, şehrin çelikten sesini tüketecek.

Herşey susacak o ân, çalınacak kapılar;

Kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgâr,

Ağzımdan haykıracak, uzun, gizli, çapraşık...

Erişilmez fikir ki, düğüm düğüm dolaşık...

Sarıldıkça boşanan yumak, çözülen demet;

Başı görünmez hayâl, sonu gelmez nedamet...

(1931)

 

ŞÖHRET

Bir baltada indirdin,

Ağacından dalımı,

Bana zehir yedirdin,

Elâleme balımı.

İstemem, ne dil, ne mal,

Bana ne verdinse al!

Sazını kafana çal,

Ver bana kavalımı!...

(1931)


Bugün 45 ziyaretçi (53 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol